Tarih boyunca, Himalayalar birçok uygulayıcının var olduğu bir bölge olmuştur. Oradaki insanlar basit ve sade bir hayat sürmüştür. Şarkılar söyler, dans eder ve Buda-Fa'ya (Yasa) saygı duyarlardı. Yaklaşık bin yıl önce Milarepa adında bir uygulayıcı o bölgede yaşıyordu. Bir çok Buda ve Pusa bir yaşam süresinde uygulama yaparak birçok acı ve zorluk çekerek aydınlanmaya ulaşmıştır. Fakat Milarepa sadece tek bir yaşamda eşit derece kudretli erdem elde etmiş ve tamamlanmaya ulaşmıştır. Daha sonra Tibbet Budizminin Beyaz Mezhebinin kurucusu olarak ün kazanmıştır.
2.Bölümün devamı : İkinci Bölüm İçin tıklayınız
Rechungpa bir soru yöneltti :" Ustam, ilk başlarda kötü şeyler yaptığınızı söylemiştiniz. Peki, ne oldu?"
Milarepa, "İlk başta, kötü işler yapmak, dolu fırtınası yağdırma gibi ölümcül büyü teknikleri çok fazla karma üretmek anlamına gelir.”
"Ustam" diyerek tekrar bir soru yönelti Rechungpa, "Neden büyü tekniklerini öğrenmek istediniz?"
Milarepa ise şöyle cevapladı, " Kırmızı Mezhep mensubu Lama dan ders aldığım sıralarda, bir gün Kyangats Ovası'nda bir festival yapılacağını duyduk. Köylüler, ustamı onur konuğu olarak davet etti ve Ustam beni de yanına aldı. Yerel Halk bir ziyafet hazırladı ve ustama en iyi şarabı ikram etiler. Ah, o gün çok güzel şarap vardı. Herkes olabildiğince sarhoş olmuştu ve ben de bayağı bir içmiştim. Midemi tamamen şarap ile doldurmuştum ve kafam da dönüyordu, yani anlayacağınız o gün sarhoş olmuştum.
"Ustam, sarhoş olduğumu gördüğünde, bana tapınağa dönüp aldığı hediyeleri oraya götürmemi söyledi. Ben tepe yolunda rahat ve kaygısız bir şekilde ilerledim. O sırada, festival boyunca söylenen şarkılar aklıma geldi. Sesleri çok güzeldi. Bunu düşünürken boğazım kaşınmaya başladı ve birden kendimi tutamadım ve şarkı söylemeye başladım.
Benim sesimi köyde herkes biliyordu. Sarhoş ve mutlu olduğum için, sesim çok yüksek ve berrak bir şekilde yankılanıyordu. Melodi çok güzeldi, sanki uçuyor gibiydim. Bacaklarım birden açılmaya başladı, zıplamaya ve dans etmeye başladım. Tam o esnada annem buğday közlüyordu. Sesi duyunca şaşırmıştı ve kendi kendine mırıldandı: "Bu ses hiç yabancı gelmiyor, oğlumun sesine benziyor. Hayır olamaz, muhtemelen bu dünyada bizim gibi zor bir hayatı olan başka insanlar yoktur. Oğlumun bu şekilde mutlu şarkı söyleyeceğini hiç sanmıyorum. Meraklı ve şaşkın bir biçimde pencereye yöneldi ve dışarıya baktı. Şarkı söyleyenin benim olduğunu görünce, tüm vücudu titredi ve çok sinirlendi. Sağ elinde ateş maşasını ve sol elindeki spatulayı attı - buğdayın yanıp kül olacağını hiç umursamadan, sağ eline bir sopa ve sol elinde bir miktar kül aldı ve böylece aşağı doğru koştu. Kapıdan dışarı adım atmaz da, yüzüme külleri attı ve çılgınca sopa ile vurmaya başladı ve o bağırmaya başladı:"Mila Sherab Gyeltsen, bu ailenin babası! Bak oğluna bak! Bu aile bitmiş! Şu zavallı anne ve oğluna bak!"
Annem çok ağlayarak öfkeli bir biçimde çığlık attı ve sonunda da bayıldı. Kız kardeşim Peta evden bağırarak şöyle dedi:
Kardeşim, ne yaptığını bir düşün! Annemize olanlara bir bak!
Gelişen kaotik olaylar, beni yarı bilinçsiz bir vaziyete soktu , fakat kız kardeşimin sözleri bilincimi tekrar uyandırdı. Birden utanç ve üzüntü içinde kaldım ve pişmanlık gözyaşları yanaklarımdan aktı. Kız kardeşim ve ben ağlayarak annemin ellerinden tutuk. Uzun bir süre sonra, annem ayılmaya başladı ve bilinci tekrar yerine geldi. Gözlerinde yaşlarla ile bana baktı ve şöyle seslendi: "Oğlum, bu dünyada biz den daha trajik olaylar yaşayan ve acı çeken birileri var mı acaba? Nasıl bu kadar mutlu şarkı söyleyebiliyorsun? Annene bir bak, bu yaşlı kadına dikkatlice bak, o zaman ağlayacak gözyaşların kalmaz.
Bu sözlerle, kız kardeşim ve ben de hıçkırarak ağladık. Bir süre sonra yas tutmayı bıraktım ve kararlılıkla dedim ki, “Anne, lütfen üzülmeyi bırak. Söylediklerin doğru. Şimdi karar verdim, bir dileğiniz olduğu zaman, ne pahasına olursa olsun, yapacağıma söz veriyorum! '
Annem, “Güzel elbiseler giyip güçlü atlara binen aşağılık düşmanlarımın intikamını almak istiyorum. Biz zayıfız ve yardım eden kimse yok. Öyleyse intikam almanın tek yolu onları öldürecek olan büyüleri öğrenmek. Bazı, dolu yağdırma gibi teknikleri öğrenerek, amcanı, halanı, o acımasız komşuları ve ailelerini öldürmek için geri gelmelisin. Bu benim tek dileğim, bunu yapabilir misin?” diye sordu.
“Sana söz veriyorum, yapacağım. Bana seyahat masraflarımı ve Ustama vermem gereken hediyeleri temin et, gerisini ben halledeceğim.”
Böylece annem çeyizinden geri kalan toprağını sattı ve bununla pahalı bir mücevher taşı satın aldı. Daha sonra ustama yolculuk için beyaz bir at, bir kova dolusu boya ve öküz aldık. Sonra yakınlar daki bir otelde birkaç gün geçirdim ve seyahat edebilecek yol arkadaşları için bekledim.
Kısa bir süre sonra, beş genç ile tanıştım, onlar iyi insanlardı ve büyücülük öğrenmek için Ü-Tsang'a (Batı ve Orta Tibet) gidiyorlardı. Onlarla tanıştığıma çok memnun olmuştum ve onlara eşlik edip edemeyeceğimi sordum. Onlar severek kabul etti ve bu yolculuğa bir arkadaşın daha katılmasından memnuniyet duyacaklarını ifade ettiler.
Onları birkaç gün kalmaları için evime davet ettim. Annem onlara iyi davrandı ve ayrılmak üzereyken, “Oğlum genç ve cahil. Korkarım kendine karşı katı olmayabilir. Umarım iyi bir şeyler öğrenmesi için onu sık sık cesaretlendirirsiniz. Geri döndüğünüzde sizi ödüllendireceğim. '
Benimle ilgileneceklerine dair anneme güvence verdiler.
Ayrılmaya hazırdık. Bagajı ve boyayı atların üstüne yüklemiştim, değerli taşı ise üstümde sakladım. Annem uzun bir mesafe bizimle yürüdü ve bize bir veda içkisi ikram etti. Son kez daha arkadaşlarımın benimle ilgilenmesini hatırlattı. Daha sonra beni kenara alıp ellerimi tuttu. İçimizdeki ayrılık acısı kalplerimizi dolduruyordu ve neredeyse bizi boğuyordu, bu yüzden sadece sessizce birbirimize baktık. Söylemek istediğimiz çok kelime vardı, ama nereden başlayacağımızı bilmiyorduk.
Bir süre sonra annem sessizliği bozdu ve şunu şöyledi:" Oğlum, neler yaşadığımızı unutma. Ne olursa olsun, bu köye bir büyü yapmalısın. Arkadaşlarının büyü tekniklerini öğrenmek istemesinin nedeni seninkiyle aynı değil. Onlar bu büyü teknikleriyle sadece geçimlerini sağlamak istiyorlar. Ama sen, çok çalışmalısın. Oğlum, eğer köyü sihirle yenmeden geri gelecek olursan, gözlerinin önünde intihar edeceğim."
Annemi rahatlatmak için söyle dedim:" Anne, merak etme eğer başarılı olmazsam, bu köye asla geri dönmeyeceğim! Endişelenme!
Sonra yavaşça ellerini bıraktım ve ayrıldım ve arkadaşlarıma geri döndüm. Birkaç adım sonra ona tekrar baktım. Birkaç adım attım ve tekrar ona döndüm. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu. Annem de bakıyordu ve gitmekte tereddüt ediyordu. Birbirimizi göremeyecek bir mesafede olduğumuzda bile annem hala benim gittiğim yolu gözlüyordu. Ona tekrar bakmak için ona doğru yürümeyi bile düşündüm. Hislerim, bunun birbirimizi son görüşümüz olduğunu ve bir daha hiçbir zaman birbirimizi göremeyeceğimizi söylüyordu.
Annem beni görmeyene kadar bekledi, sonra eve ağlayarak gitti. Birkaç gün sonra, köydeki herkes Nyangtsa'nın oğlu Kargyen'in büyü tekniklerini öğrenmek için gittiğini öğrendi.
Yol arkadaşlarım ve ben Ü-Tsang'a giden ana yoldan ilerledik. Tibet’in ücra bir köşesine deki bir kasabada, boyayı ve atı, altın karşılığında zengin bir yerliye sattım, altını yolculuk boyunca yanımdan ayırmadım. Tsangpo Nehri'ni geçtikten sonra Ü iline (Tibet’in merkezi) doğru yola koyulduk. Yol boyunca birçok keşiş ile karşılaştık ve onlarla sohbet ettik, onlara dolu yağdırma tekniğini bilen bir keşiş tanıyıp tanımadıklarını sorduk. Bir keşiş, Yungton Trogyal adlı bir lama'nın bu tekniklere vakıf olduğunu ve tam bu teknikte ustalık elde ettiğini söyledi. Biz yolculumuza devam etik ve sonunda bu lama ile tanıştık.
Onun önünde eğildik, ona saygılarımızı ve hediyelerimizi sunduk. Ona altınları, mücevheri ve sahip olduğum diğer her şeyi verdim. Önünde eğildim ve dedim ki:" Size sadece altın, mücevher vs sunmuyorum, aynı zamanda vücudumu, konuşmamı ve ruhumu da size sunuyorum. Sahip olduğum herşey sizindir. “Usta akrabalarımız ve komşularımız bizim ailemize çok acı çektirdi. Benim onları büyü ile cezalandırmam lazım. Lütfen, bana en iyi büyüleri öğretin. Aynı zamanda, sizin öğrenciniz olduğum müddetçe, benim için gerekli olan giyecek ve besini de sizin temin etmenizi rica ediyorum.
Sözlerimi duyduğunda lama gülümsedi ve:“ Söylediğinin doğru olup olmadığını göreceğiz”, dedi.
Usta bize önemli olan büyüleri öğretmedi. Bunun yerine, bize bir veya iki sihir tekniğini ve bazı sihirli kelimeleri ve bunları nasıl uygulanacağını öğretti. Bu bir yıldan fazla bir zaman aldı. Arkadaşlarım bunları öğrendikten sonra eve gitmeye hazırdılar. Lama her birimize yerel olarak üretilmiş bir yün kazak hediye etti. Ben güven yoksunu bir şekilde şöyle düşündüm:" Bu büyü yöntemleriyle intikamımı almak bir işe yaramayabilir ve annem bunun üzerine intihar edebilir." Böyle düşündükten sonra kalmaya karar verdim. Arkadaşlarım bana, Topaga eve gitmiyor musun?, diye sordu.
Cevap verdim, “Evet, ben de eve gitmek istiyorum. Ama henüz yeterince öğrenmedim ve bu yüzden geri dönmeye yüzüm yok.”
Bunun üzerine de beş arkadaş şöyle dedi: “Bu büyüler zaten yeterince gelişmiş. Lama’nın kendisi daha gelişmiş olan sihir tekniklerinin olmadığını söyledi. Memleketimizde bize şöhret ve sosyal statü kazandıracağından eminiz. Ama daha uzun kalmak istiyorsan, bu bizim için sorun değil. Bu senin kararın.”
Usta'ya veda ettiler ve yola koyuldular. Kazağımı giydim ve birkaç saat boyunca onlara eşlik ettim. Geri dönüşte, büyük bir çuval öküz gübresi topladım ve Ustanın sahip olduğu en iyi toprak parçasına döktüm. Bu sırada Usta bana yatak odasından baktı ve başka bir öğrenciye şöyle dedi:" Birçok öğrenci benden teknikler öğrenmek için buraya geliyor, fakat hiç biri Topaga kadar iyi değil. Sanırım gelecekte de onun kadar iyi bir öğrenci var olmayacak. Bu sabah bana veda etmedi, yani o burdan gitmeyecek. Buraya ilk geldiğinde hatırlıyorum. O zaman akrabalarının ve komşularının ailesine kötü davrandığını söyledi. İntikam için teknikleri öğreneceğini söyledi. Ayrıca bana bedenini, dilini ve ruhunu sundu. O gerçekten samimi birisi. Eğer söylediği doğruysa, ona öğretmemek yazık olur."
Bu öğrenci daha sonra bu sözleri benimle paylaştı, çok heyecanlanmıştım çünkü öğrenmek için daha fazla büyü olduğunu bu sayede öğrenmiştim. Neşeyle ustanın yanına koştum, usta bana baktı ve: "Topaga, neden eve gitmiyorsun ?, diye sordu.
Kazağı çıkardım, ve onun önünde eğilerek saygımı sundum. Ustam, amcam, halam ve komşularım aileme kötü şeyler yaptı. Mallarımızı ahlak dışı bir şekilde ele geçirdiler, bu da bizim büyük acılar çekmemize vesile oldu. Kendimizin de intikam alma gücümüz yoktu, o yüzden annem buraya gelip büyü tekniklerini öğrenmemi istedi. Annem eğer bu teknikleri tam anlamıyla öğrenmeden gelirsem, gözlerimin önünde kendini öldüreceğini söylemişti. Bu sebepten dolayı geri dönemem. Ustam, lütfen bana merhametinizi bağışlayın ve bana en iyi büyülerinizi öğretin!
Bu sözleri söyledikten sonra dayanamadım ve gözyaşlarına boğuldum. Lama :" Akrabalarınız ve
komşularınız size nasıl bir zulmü reva gördüler?"
Ona amcamın ve halamın mirasımızı nasıl aldığını ve babamın ölümünden bize sonra nasıl davrandığını anlattım. Hikayenin ayrıntılarını anlatırken, gözyaşlarımı tutamadım. Ustamın da göz yaşları aktı. Sonra dedi ki:" Eğer bu doğruysa, yaptıkları şey çok kötü. Buraya gelenlere gelince, her yerden bir çok kişi buraya geliyor. Bazıları büyük miktarlarda altın ve yeşim getiriyor, bazıları yüzlerce ve hatta binlerce kaliteli keten, tereyağı ve çay getiriyor; hatta 1.000'den fazla sığır da getirdiler. Fakat sadece sen bedenini, konuşmanı ve ruhunu sundun. Fakat buna rağmen, henüz sana teknikleri öğretmedim. Söylediklerinin doğru olup olmadığını görmek için birini göndereceğim.
Sınıf arkadaşlarım arasında, attan daha hızlı ve bir fil kadar büyük bir öğrenci vardı. Ustam, söylediklerimin doğrulundan emin olmak için onu memleketime yolladı. Birkaç gün sonra o geri geldi ve ustam, Topaga'nın söylediği her şey doğru. Lütfen ona en iyi büyülerinizi öğretin, dedi.
Bunun üzerine usta bana şöyle seslendi:" Topaga, ilk başta sana hemen büyüleri öğretmem durumunda, senin gibi mütevazi birinin pişman olacağından korktum. Şimdi söylediklerinin doğru olduğunu biliyoruz. Benim iki gizli büyüğü tekniğim var. Ayrıca, hem tıp hem de büyü konusunda uzman olan Yonten Gyatso adında bir lama var. Dolu fırtınası için gizli bir büyü tekniğine sahip. Biz bu eşsiz teknikleri birbirimize öğrettikten sonra yakın arkadaş olduk. İnsanlar buraya bu büyüyü öğrenmek için geldiğinde, onları da oraya yolluyorum. Ve o da insanları buraya yönlendiriyor . Sen bir
istisna değilsin. Sana eşlik etmesi için en büyük oğlumu yanında göndereceğim. '
Usta güzel yemekler, kaliteli yün ve bazı hediyeleri Yonten Gyasto'ya sunmam için hazırladı. Bunları at sırtına yükledik ve sonra da yola koyulduk.
Oraya vardığımızda Yontan Gyatso ile tanıştık ve ben ona tüm hediyeleri verdim. Sonra ona trajik deneyimlerimi ve neden büyü tekniklerini öğrenmek istediğimi anlattım. Bana öğretmesini istedim. Lama dedi ki, 'Yungton Trogyal ve ben birbirimiz için ölecek kadar yakın arkadaşız. Seni buraya gönderdi ise, mutlaka bir bildiği vardır, bu yüzden sana öldürme büyü tekniklerini öğreteceğim. Ama önce, insanların göremeyeceği şekilde, yukarıda ki tepe de bir Dharma binası inşa etmelisin. '
Bunun üzerine ikimiz de tepeye çıktık ve sessiz bir yer aradık ve basit bir Dharma binası inşa ettik.
Bu dharma binasında, Usta bana gizli büyüyü öğretti.
Bu öğrendiklerimi yedi gün boyunca uyguladıktan sonra, Lama bana: " Eskiden, bunu öğrenmek için yedi gün yeterli değildi. Fakat sen yedi gün boyunca büyü uyguladın ve bu yeterlidir, dedi.
Fakat ben, bu büyüyle çok büyük işler başarmam gerektiğini ve tam anlamıyla öğrenmem için daha fazla zamana ihtiyaç olduğunu söyledim. On dördüncü günün akşamı geldiğinde, usta bana şöyle seslendi:" Bu gece, öldürme büyüsünün etkisini sunağın yanında göreceğiz dedi."
Tam olarak ustanın söylediği gibi o gece, Tanrısal Muhafız yanında 35 kişinin kafası, karaciğeri ve safra kesesi ile geldi. O :" Benden bunları istedin", dedi.
Ertesi sabah lama bana sordu, "İlahi Muhafız, ölmesi gereken iki kişi daha olduğunu söyledi. Onları da öldürebildimi?
Sonuçtan memnun olduğumu belirtim ve ekledim :“Biz onları geri ödemenin ve cezanın şahitleri olarak hayatta bıraktık, lütfen onlara dokunmayın, dedim.
Bu şekilde amcam ve halam hayatta kaldı. Sonra ilahi muhafıza sunumlar adadık ,onu geri gönderdik ve ritüeli tamamladık.
Memleketim Kyangatsa'da bu büyünün yansıması ne şekildeydi, diye düşünebilirsiniz.O gün, amcamın en büyük oğlunun bir düğünü vardı ve birçok misafir ziyafet için evlerine davet edilmişti. Düğün kutlamasına, 30'dan fazla kişi gelmişti, gelen misafirler amcama ve halama bize zulüm etmesine yardım edenlerdi. Bizi seven olan bazı kişiler de davetliler arasındaydı, ancak onlar henüz düğüne gelmemişlerdi. Onlar yola çıktıklarında, amcam ve halam hakkında konuştular. İçlerinde biri şunu söyledi: " Bir deyim vardır, Konuk ev sahibi olmuş, ev sahibi ise köpek. Olanlar bunda ibaret. Bu utanmaz insanların yaptığı çok çirkin. Topaga'nın mallarını ele geçirdiler ve ailesine kötü muamele ettiler. Topaga büyü öğrenmek için gitti. Büyüsünün işe yaramaması durumunda bile, er ya da geç Buda-Yasası onlara hak edilen cezayı verecektir.
O gün, amca ve halamın tüm ailesi misafirler ile meşguldü. Konuklar neşeyle içki içiyordu. Eskiden ailem için çalışan ve sonradan onlar için çalışan bir hizmetçi, biraz su almak için merdivenlerden aşağı indi. Orada devasa akrepler, yılanlar ve her yerde sürünen yengeçler gördü. Büyük akrepler evin sütunlarına sarılı bir vaziyetteydi ve evin sütunlarını yıkmak istediler. Bunun üzerine kız bağırarak kapıdan dışarıya kaçtı.
O gün, birçok misafirin atları merdivenlerin altındaydı ve bir aygır kısrağı taciz ediyordu, bunu gören başka bir aygır huysuzlanmaya başladı. Kısrak, aygırı uzak tutmak için toynakları ile aygırı tekmelemeye çalıştı, fakat onun yerine evi tutan sütuna vurdu. Bunun üzerine birden tüm ev çöktü. Her yerde ağlayan ve çığlık atan insanlar vardı. Amcamın oğlu, gelin ve otuzdan fazla misafir hepsi ezilerek enkazın altında kaldı. Kırılan ahşap parçaların ve fayansın altında düzinelerce ölü bedenler yatıyordu.
Kız kardeşim Peta o sırada sokaklarda yürüyordu. Bunu duyduğunda, hemen eve döndü ve anneme "Anne!" diye seslendi. Anne! Gel bir bak ! Amcamın evi yıkıldı ve birçok kişi öldü!
Annem şüphe duyuyordu, fakat içten içe de seviniyordu. Acele bir şekilde Amca'nın evine koştu. Her yere dağılmış fayans ve dağ gibi tozu gören Annem, şaşırmıştı ve sevinç ile dolmuştu. Yıpranmış giysisinden bir parça kumaş yırttı ve aceleyle uzun bir sopayla bağladı. Elinde bu bayrağı saldı ve bağırdı:" Hepiniz gelin ve bakın! Budalar ve Lamalar ben size saygı duyuyorum. Hey, komşular, söylemedim mi size, Sherab Gyeltsen'in bir oğlu yok muydu? Ben, Nyangtsa Kargyen, kötü giysiler giydim ve çöp yedim. Kim başarısız olduğumuzu söylüyor? Buraya gelin ve bakın! Amca ve hala, bize karşı gücünüz var ise adamlar toplayıp savaşın, yoksa büyü yapın ve malınızı geri alın demişlerdi. Selamlıyorum hepinizi, şimdi ne düşünüyorsunuz ? Topaga küçük bir büyü yaptı ve etkisi büyük bir savaştan daha güçlü oldu. Bakın şimdi, yukarıdaki insanlar, ortadaki hazineler ve alttaki sığırlar, hepsi yok oldu! Bugüne kadar yaşayıp, oğlumun yeteneğini görmek bana nasip oldu. Ben, Nyangtsa Kargyen, çok mutluyum, çok mutluyum! Ha! Ha! Ha! Hayatımda hiç bu kadar mutlu olmadım! Gelin ve hepiniz görün!"
Coşkulu ve sevinçli bir şekilde bayrağı sallayarak etrafta koşturuyordu. Köydeki herkes amcam ve halamda dahil olmak üzere annemin söylediklerini duymuştu. Birisi şöyle dedi: "Bu kadının söylediği doğru olabilir!"
Bir diğeri: “İnanılacak gibi değil, fakat söylediğinin doğru olma ihtimali var.”
İnsanlar bir büyüyle bu kadar insanın canını aldığımı duyduğunda, birleştiler ve şöyle dediler: " Bu kadın böyle bir felakete neden oldu. Hala mutlu bir şekilde bağırarak etrafta dolaşıyor. Onu öldürmek, kalbini ve karaciğerini bedeninden sökmemiz lazım.
Yaşlı bir adam buna itraz etti :" Bu kadını öldürseniz bile, kimseye faydası dokunmaz, aksine oğlunun bizden daha fazla nefret etmesini sağlayacak ve büyü yoluyla daha fazla insanın ölümüne neden olacak. Bizim öldürmemiz gereken kişi Topaga'dır, sonra bu kadınınla hesaplaşırız."
Ve böylece annemi öldürmediler. Ama amcam pes etmedi ve dedi ki, 'Bütün çocuklarım öldü. Onlarla savaşacağım. Artık yaşamak istemiyorum! '
Bu sözlerden sonra anneme doğru koştu. İnsanlar hızlı bir şekilde onu durdurdu ve ona şöyle seslendiler: "Bu karmaşa senin yüzünden oldu. Topaga hala yaşıyor. Nyangtsa Kargyen'i öldürürseniz, oğlu daha fazla büyü yapar ve hepimiz ölürüz. Bizi dinlemezsen, önce seni öldürürüz!
Bunu üzerine amcam mecbur durdu. Köylüler daha sonra beni öldürmek için birini yollamak konusunda istişare ettiler. Dayım anneme gitti ve ona şöyle seslendi: "'Dün yaptıklarından dolayı, bütün köy seni ve oğlunu öldürmek istiyor. Bunun için hazır mısın? Sonrasında iç çekti ve şöyle dedi:"Bir büyü yeter. Neden herkesin bizden nefret etmesini istiyorsun?" Uzun süre onu yapmak istedikleri ile ilgili vazgeçirmeye çalıştı. Bunun üzerine annem iç çekerek :"Yıllarca neler çektik. Elbette, insanların ne düşündüğünü biliyorum. Ama sahip olduğumuz mülkü haksız bir şekilde ele geçirenlerden intikam almak zorunda kaldım. Her şey böyle başladı. Biliyorsun, bu nefret çok büyük, o artık kontrolden çıktı!"
Hiçbir şey söylemeden ağlamaya devam etti. Dayım iç çekti ve şöyle dedi: “Söylediklerin doğru. Ama ya birisi seni öldürürse? Bundan sonra kapıları kapatma konusunda daha titiz olmalısın.
Annem kapıları sıkıca kapattı ve sonra düşünmeye devam etti, kendini güvende hissetmiyordu. Anneme acıdığından dolayı, eski hizmetçimiz gizlice ona geldi ve ona: "Seni şimdi öldürmek istemiyorlar, onlar önce oğlunu öldürmek istiyorlar, dedi. Ona dikkatli olmasını söylemelisin.
Annem bunu duyduktan sonra, çeyizinden kalan toprağının bir diğer bölümünü de yedi Tael altın karşılığında sattı. Bana parayı vermek istedi, fakat köyde bana parayı getirebilecek kimseye güvenmedi. Bana altını kendi getirmeyi düşündüğü esnada, Nepal'e ibadet yolculuğunda olan ve sadaka için köyümüzde dilenen bir yogi ile karşılaştı. Annem onu nerden geldiği ile ilgili detaylıca soru sordu ve onun tam aradığı kişi olduğunu düşündü. Bunun üzerine: "Usta, lütfen birkaç gün burada kalın. Oğlum Ü-Tsang da Dharma öğreniyor. Ona bir mektup yazmak istiyorum, ona götürebilir misiniz?"
Yogi kabul etti ve bunun üzerine Annem onu birkaç gün kalmaya davet etti ve ona iyi baktı.
O akşam, Annem bir lamba yaktı ve bir dilek tuttu, tanrıların önünde diz çöktü: "Eğer dileğim yerine getirilirse, bu lamba sönmesin; Eğer dileğim yerine getirilmeyecekse, lütfen hemen lambanın ışığı sönsün. İçtenlikle Topaga'nın ataları ve ilahi muhafızlar bana sonucun ne olacağını gösterebileceğinizi ümit ediyorum. Bu dileğini söyledikten sonra, lamba bütün gece yandı. Annem bunu, dileğinin yerine getirileceğine dair bir kanıt olarak kabul etti. Ertesi gün yogi'ye şöyle seslendi: "Hac kıyafetleri ve ayakkabılar çok önemli. Onarım için onları bana verebilirsin. Size fazladan bir çift ayakkabı tabanı
vermek istiyorum."
Sonra yogi'ye, ayakkabı tabanlarını kesebileceği büyük bir deri parçası verdi. Ardından yogi'nin ceketini tamir etti ve sırt tarafının ortasında yedi parça altını sakladı ve 30 cm çapında bir siyah kumaş parçasını üzerine dikti. Kalın beyaz iplikle ise, siyah kumaşın ortasında altı tane küçük yıldız işledi ve bunu da tekrar bir bez parçasıyla örtü. Bunu Yogi'nin bilgisi olmadan yaptı. Son olarak da, mektup zarfının üzerine bir mühür damgasını vurdu ve Yogi'ye verdi, bunun ardından Yogi çok teşekkür etti ve birtakım hediyeler verdi.
Sonra annem şöyle düşündü:" Bu köylülerin aklından ne geçirdiğini bilmiyorum. Onları korkutmak için bir şey yapmam lazım." Bunu düşündükten sonra, kardeşim Peta'yı çağırdı ve ona şöyle seslendi: "Dün gelen Yogi, abinden bir mektup getirdi, git ve bunu tüm köylülerin duymasını sağla.""Peta bunu birçok kişiye anlattı. Sonra annem tarzımı taklit eden sahte bir mektup yazdı:
"Sevgili annem, öldürme büyüsünün işe yaradığını duymak beni çok sevindirdi. Köyde sana ve kız kardeşim Peta'ya kötü davranan birileri varsa lütfen bana söyle, onlara anında bir büyü yapayım. Büyü becerilerim ile bir insanı kolaylıkla öldürebilirim, hatta o kişilerin tüm ailesini ve akrabalarını da, öldürebilirim, bu benim için çok basit bir iş. Köylülerin hiçbiri iyi değilse, Annemin ve Peta’nın buraya taşınmasını isterim. Evden gittiğimde hiçbir şeyim yoktu. Şimdi zengin ve kaygısız bir yaşama sahibim. Sana en içtenlikle şükranlarımı sunuyorum. Oğlun Topaga."
Sonra mektubun üzerinde sahte mühür bastı. Bu mektubu da Amcama, halama ve yakın olduğumuz insanlara gösterdikten sonra, mektubu dayımın evinde bıraktı. Bunu duyan köylüler, artık bizi öldürmeye cesaret edemedi. Mektuptan dolayı köylüler ayrıca amcamın eski mülkümüz olan Orma Üçgeni'ni tekrar anneme vermesini istediler.
Yogi ise sonunda beni buldu. Bana köydeki annem ve kız kardeşim hakkında ayrıntılı bilgi verdikten sonra mektubu bana verdi. Mektubu güvenilir bir yerde açtım.
Mektupta, annem şöyle yazıyordu:" Sevgili oğlum, ben iyiyim. Lütfen benim için endişelenme. Oğlumun başarısını gördüğüm için çok mutluyum. Öbür dünyada da ki baban da mutlu olmuştur eminim. Senin büyün tam 35 düşmanımızı öldürdü ve bunun üzerine köylüler seni öldürecek birini tutmayı planlıyorlar, lütfen dikkatli ol! İntikam almak istedikleri için onları affetmemeliyiz. Onlara bunu bedelini ödetmemiz lazım. Tarlaların da ki ürünlerini yok etmek için ağır bir dolu yağdırmalısın. Bu son isteğim, bunu da yaparsan tamamen tatmin olurum. Eğitim paranız tükenirse, dağların kuzeyindeki yaşayan yedi akrabamıza gidebilir ve onlardan daha fazla para alabilirsin. Onlar karanlık bulutun tam ortasında ve altı ışıltılı yıldızın altında ikamet ediyorlar. Bu akrabaların nerede olduğunu veya köyün nerede olduğunu bilmiyorsan, bunu Yogi'den öğrene bilirsin. O köyde yaşayan tek kişi o. Başka bir yere gitmene gerek yok. Sevgilerle Annen, Nyangtsa Kargyen."
Mektubu okudum ama ne anlama geldiğini anlamadım. Memleketim ve annem aklıma geldi. Annemim, mektupta söz etiği köy ve akrabalar hakkında hiç bir şey bilmiyordum. Büyü için gerekli parayı nasıl temin edeceğim hakkında hiç bir şey bilmiyordum. Bunun üzerine göz yaşlarına boğuldum. Bir süre sonra gözyaşlarımı sildim ve Yogi'ye gittim:" Galiba sen akrabalarımın nerde olduğunu biliyorsun dedim. Bana tam olarak nerde yaşadıklarını tarif edebilir misin?"
Yogi soruma şöyle cevap verdi:" Sadece Himalayalar yakınında akrabaların var olduğunu duydum." Ona:" Başka yerleri de biliyor musun, nerden geliyorsun, diye sordum?" Yogi ben Ü den geliyorum ve bir çok köyü biliyorum, fakat senin akrabaların hakkında hiç bir şey bilmiyorum, dedi. Bunun üzerine ona, burada bekle lütfen hemen geleceğim dedim."
Mektubu ustama gösterdim ve olanları anlattım. Ustam:" Annenin gerçekten muazzam bir öfkesi var. Bu kadar çok insanı öldürmesi bile öfkesini dindirmeye yetmemiş. Şimdi de dolu fırtınası istiyor, dedi. Sonra da:" Akrabaların kuzeyin neresinde yaşıyor?", dedi. Ben ise: "Kuzey de ki akrabalar hakkında hiçbir şey bilmiyorum, dedim. "Fakat mektupta öyle yazıyor. Yogi de sordu fakat o da hiçbir şey bilmiyor?"
Biz ustam ile bunu konuşurken ustamın karısı da oradaydı. Mektubu okudu ve:" Yogi'yi içerden çağıra bilir misin ?", dedi. Bunu üzerine ateşi yaktı ve Yogi'nin ısınması için davet etti. Ona içecek bir şeyler sundu. Sonra konuşmaya başladı, bundan bahsediyordu. Birde sanki tesadüf gibi, Yogi’nin arkasına geçti ve ceketini çıkardı ve şöyle dedi :" Böylesine yıpranmış bir palto ile Hac yolu boyunca kutsanmış sayılırsın." Sonra paltoyu üstüne giydi ve merdivenlerden aşağı yürüdü. Yıpranmış paltodan altınları aldı ve tekrar dikerek eski haline getirdi. Sonra burada kalması için yogi'yi akşam yemeğine davet etti.
Daha sonra beni çağırdı:" Topaga, lütfe ustanın odasına gel!" Biz bunun üzerine ustanın odasına gittik ve orada bana yedi taels altını verdi! Bu beni şaşırtmıştı ve ben ona, bu altınlar nerden geldi diye sordum ?" O bana:" Annen çok akıllı bir kadın ve altını çok güvenli bir yerde saklamış dedi. Mektupta kuzeydeki bir dağdan söz etmiş ve bir köyden bahsetmiş, güneş ışığının ulaşamayacağı bir yer demiş. Yoginin paltosunun iç tabakası güneş ışığı görmüyor, değil mi? Kara bulutlar, siyah bir örtü ile kaplı olduğu anlamına gelir. Altı ışıltılı yıldız, beyaz iplikten altı işlemeye işaret ediyor. Yıldızların altındaki yedi aile, yedi altının bu işlemelerin altında olduğunu söylüyor. Sadece Yogi orada yaşıyor ve hiçbir yere gitmen gerekmiyor demesi de, altınların Yogi’de olduğunu işaret ediyor.
Ustam yüksek sesle güldü ve şöyle dedi:" İnsanlar kadınların akıllı olduğunu söylüyor. Bu gerçekten de doğru !"
Ben Yogi'ye bir mace (Bir Tael'in onda biri) altın verdim, bu onu bayağı bir sevindirdi. Sonra Usta'nın eşine yedi maces altın ve ustama 3 Tael altın verdim. Sonra, ustama söyle dedim: "Ustam annem benden bir dolu fırtınası büyüsü istiyor. Lütfen usta, bana dolu fırtınasının gizli yöntemini aktarabilir misin ? "
Ustam'ın cevabı ise şöyle oldu:" Dolu-Fırtınası yöntemini öğrenmek için, Yungton Trogyal'a gitmelisin."
Ustam bir mektup yazdı ve bana bir kaç yerel ürün verdi. Ben bu mektup ile beraber tekrar, Yungton Trogyal gittim ve ona mektubu, hediyeleri ve üç tael altın verdim. Ayrıntılı bir şekilde ona neden Dolu-Fırtınası büyüsüne ihtiyaç duyduğumu anlattım. Sonra Usta bana:" Yaptığın büyü etkili miydi diye sordu, bunun üzerine ben: "35 kişi öldü. Şimdi ise annemden bir mektup geldi ve benden bir Dolu-Fırtınası istiyor, umarım bu seferde bana yardım edebilirsiniz dedim." Bunu üzerine Usta : "Sorun değil, istediğini öğreteceğim", dedi. Sonra bana öğretmeye başladı ve Dharma binasında yedi gün boyunca bu büyüyü çalıştım. Yedinci gün, karşımızdaki dağların kayaları arasında karanlık bir bulut ortaya çıktı. Gök gürültüsü eşliğinde büyük bir fırtına geliyormuş gibi şimşek çaktı. O anda Dolu-Fırtınası büyüsünü kontrol etme yeteneğimin olduğunu anladım."
(Devam Edecek)
İngilizce Metin İçin tıklayınız
* * *
Clearharmony'de yayınlanan tüm makaleleri kopyalayabilir ya da çıktı alabilirsiniz, fakat lütfen kaynak belirtiniz.