Bu yazıda Hohhot Şehri Kadınlar Zorunlu Çalışma Kampında, Falun Gong uygulayıcılarına karşı işlenen sayısız suçların sadece başlangıcı anlatılmaktadır. Fa-düzenlemesi döneminde nasıl çabayla uygulama yapabileceğimizi ve kalan yolu iyi yürüyebileceğimizi uygulayıcı arkadaşlara anlatmak istiyorum. Siz tembellik yaptığınızda ve sabahları egzersizleri yapmak için erken kalkmak istemediğinizde, tutuklu uygulayıcıların o kadar zor şartlar altında bile Dafa’ya olan inançlarını nasıl hiç kaybetmediklerini biliyor musunuz? Dafa projelerinde bile diğer uygulayıcılarla uyum sağlamayıp birlikte çalışamadığınızda, tutuklu kalan uygulayıcılar dünyadaki uygulayıcı arkadaşlarını onların ailelerinin en yakınları olarak düşündüklerini biliyor musunuz? Takıntılarınızı bırakmak istemeyip ve sınavlardan geçmenin çok zor olduğunu hissettiğinizde, tutuklu kalan uygulayıcıların durumunun sizinkine göre ne kadar daha zor olduğunu hiç düşünüyor musunuz?
Hohhot Şehri Kadınlar Zorunlu Çalışma Kampında tutuklu kaldığım zamanı hatırladığımda hislerimi anlatabilecek kelime bile bulamıyorum. Bu, hem fiziksel hem de psikolojik zulüm içeren gerçek bir cehennemdi. Her bir dakikayı bile çekmek çok zordu. Her sabah saat 5’te kalkmak zorundaydık, beş dakika içinde yatağımızı toparlayıp, yüzümüzü yıkayıp bitirmemiz gerekiyordu. Sonra egzersizleri yapıyorduk. Her yemek yemeden önce bizleri “ÇKP’siz yeni Çin olmazdı” şarkısını söylemeye zorluyorlardı. Şarkı söylerken birimiz bile ağzımızı açmamışsak yâda şarkı eşzamanlı olmadıysa güvenlik müdürü memnun kalana kadar tekrar tekrar söylemek zorundaydık. Yemeği beş dakika içinde yiyip bitirmemiz gerekiyordu. Yemek zamanı bitmek üzereyken hemen gardiyanlar “ayağa kalk” diye bağırıyorlardı ve bizler atölyeye işin başına dönmek ve devam etmek zorundaydık.
Atölyede çalışma şartları dehşet ötesiydi. Biz eldiven, paspaslar ve şarap şişeleri için tıpalar hazırlıyorduk. Makineler çok eskiydi -1960’lı senelerden kalmaydılar, fakat üretmemiz gereken miktarlar çok yüksekti. Biz sabah saat 5:30’dan akşam saat 8:00’e kadar çalışıyorduk. Atölyenin tavanı asbestten yapılmıştı Yazın tavandan gelen sıcaklık cihazlardan gelen sıcaklıkla birleşince kendimizi hamamdaymış gibi hissetmemizi sağlıyordu. Bazen, aramızdaki bazıları bayılıyordu ve gardiyanlar şöyle söylüyordu: “Onu koridora götürün, biraz temiz hava alsın.” Kadın koridorda ayılır ayılmaz onu yeniden geri işinin başına oturmaya zorluyorlardı.
Sonsuza kadar unutamayacağım bir olay var. Uzun zamandır cihazın sapını tutup çalışmaktan artık ellerimi açamıyordum. Uyumadan önce her gece, kendime şöyle söylüyordum: “Yarın iyi çalışmak için ellerimi açabilmeliyim.” Bir günü çok yorgundum ve uyumadan önce ellerimi açmayı denemeyi unutmuştum ve ertesi sabah yumruk olmuş ellerimi açamıyordum. Yumruğu açabilmek için ve her bir parmağımı düzeltebilmek için uzun zaman harcadım. Zorunlu çalışma kampında ise kurallar şöyleydi: «Hala hayattaysan, çalışmak zorundasın» Hapishane gardiyanları istedikleri zaman bize işkence yapıyorlardı. Bazen çok yoruluyorduk, fakat onlar buna aldırmadan tekrar tekrar şarkı söyleterek yürüttürüyorlardı. İnceleme zamanı geldiğinde gardiyanlar odamıza dönmemizi emrediyorlardı ve her birimizin eline okumamızı göstermek için birer gazete veriyorlardı. Gardiyanlar müfettişlere çok yalan söylüyordu ve onlar gittiklerinde bize şöyle bağırıyorlardı: “Herkes iş başına!”
Her gün iş bittikten sonra bize içinde 10,000 tane “sterilize yemek çubukları” dolu büyük bir paket veriyorlardı. Uyumadan önce her bir çift çubuğu bir peçete içine sarıp paketlemek zorundaydık. Bir dakika içinde 40 çift çubuğu sarıyorsak, o büyük çubuk dolu bir paketi sarıp bitirmek için en az dört saat gerekiyordu. Bazen gece saat 3 yâda 4’e kadar çalışıyorduk. Yıkanıp yattıktan hemen sonra yeninde kalkıp işe çıkmak zorundaydık. Onlar bizi fiziksel olarak üst üste bu kadar çok zaman çalıştırarak bizi yok etmeye çalışıyorlardı. Şimdiyse ben artık serbestim, restoranlarda yemek için o çubukları gördüğüm her defasında içimi büyük bir üzüntü basıyor ve onları kullanmayı reddediyorum.
Eğer siz, bu fiziksel suiistimalin en korkuncu olduğunu düşündüyseniz, psikolojik zulüm daha da beterdi. Uygulayıcıları “reform etmek” için zorunlu çalışma kampı görevlileri farklı metotlar kullanıyorlardı. İşkence çektirmek için yapılan uygulamalarından birinin adı “küçük beyaz ejderha” idi. Bu üstü lastikle kaplı yedi telden oluşan bir kırbaçtı. Onunla bedeninize vurduklarında siz ağrıyı kemiklerinizde hissedersiniz. Bazı uygulayıcılar ilk vuruşta bayılıyorlardı. En “uygar” metotları, uykudan alıkoymaktı. Hapishane görevlileri sırayla bu şekilde uygulayıcılara zulüm ediyorlardı. Bilinciniz dalgın olmaya başladığında onlar anında elektrikli coplar ile vuruyorlar, iğne batırıyorlar ve buz gibi soğuk suyu üzerinize döküyorlar. Bu işkence 17 güne kadar devam edebilirdi. Diğer bir metotta “küçük hücrede oturmak” idi ve uygulayıcıları onun içine oturtuyorlardı. Hücre çok küçüktü, bir tane küçücük penceresi vardı. Hücrede bir tane kova vardı o da tuvalet olarak kullanılıyordu. Yazın sinekler ve sivrisinekler acayip ısırıyorlardı ve oradaki feci ötesi kokuya dayanmak çok zordu.
Görevliler uygulayıcıları inançlarından vazgeçmeye zorlamak için farklı metotlar kullanıyorlardı. Yemek zamanında bile şartlarını koyuyorlardı. Yemek masasında kalem ve kâğıt vardı. Eğer siz “ben artık uygulama yapmayacağım” diye yazar ve altına da adınızı eklerseniz beyaz undan ekmek ve etli yemek yiyebilirdiniz. Eğer yazmayı reddederseniz en kötü ekmeği ve haşlanmış sebzeyi yemek zorundaydınız. Mısırdan ekmek çok sertti ve sebze dediğim haşlanmış patates ve lahanaydı. Bazı patatesler çok kirliydi onları tuz ve soya sosuyla haşlıyorlardı. Yemek simsiyah renkteydi ve çok kötü kokuyordu. Sonbaharda bahçede kendi yaptığımız çukura lahanaları koyuyorduk sonra üzerini örtüyorduk. Tüm sene boyunca ekşimiş lahana yiyorduk. Yazın bir gün, bir çanta gördüm içinde çürümüş bir şey vardı. İlk başta içinde lahana olduğunu düşündüm, fakat içinde ekşimiş sebzeler vardı. Domuzlar bile onları yemezdi, fakat biz onları tüm sene boyunca yemek zorundaydık.
Bazı uygulayıcılar bu kadar baskıyı artık kaldıramıyorlardı ve çok sık olarak intiharı düşünüyorlardı. (Not: fakat intihar ve kendine zarar verme Fa prensiplerine uymayan şeylerdir) İlk birkaç ay içinde ben de bunu düşünüyordum. Hep keskin nesnelere bakardım, tüm bu acılardan kurtulmak için, fakat hapishane görevlileri bizi dikkatli izliyorlardı.
Bir olay beni çok korkutmuştu. Bir günü “reform” toplantısındaydık. Bir bayan uygulayıcı yerinden kalktı ve şöyle bağırmaya başladı: “Benim Shifum suçlu değil! Falun Dafa iyi!” O daha bunları söyleyip bitirmeden iki görevli onu tuttu ve kenara çekip görevlilerden biri onun üzerine kaynar suyla dolu olan su ısıtıcısını boşalttı. O olaydan sonra bunun gibi toplantılarda her defasında ellerinde havlu ve ipli görevliler duruyorlardı. Eğer uygulayıcılardan biri ağzını açacak yâda bir yerini kaşımak için ellerini kıpırdatacak olsa görevliler ağzına havluyu tıkayıp götürüyorlardı.
Ben zorunlu çalışma kampında nasıl bir zulme uğradığımı paylaştım, çünkü uygulayıcı arkadaşlara çabayla uygulama yapmamız ve yollarımızda iyi yürümemiz gerektiğini hatırlatmak istedim. Sakın gevşemeyiniz. Çok zor olduğunu hissetmeye başladığınızda başkalarının çektiklerinin sizinkinden daha da zor olduğunu hatırlamalısınız. Bazen tek bedene uyum sağlayamıyorsanız, zorunlu çalışma kampındaki uygulayıcıların o kadar kötü ve zor şartlar altında bile tek bedene uyum sağladıklarını bir düşünmelisiniz.
Çince metin: http://minghui.ca/mh/articles/2009/7/18/204767.html
İngilizce metin: http://www.clearwisdom.net/emh/articles/2009/7/31/109647.html
* * *
Clearharmony'de yayınlanan tüm makaleleri kopyalayabilir ya da çıktı alabilirsiniz, fakat lütfen kaynak belirtiniz.