Alice Harikalar Diyarında'nın Yeni Bir Versiyonu

Facebook Logo LinkedIn Logo Twitter Logo Email Logo Pinterest Logo

Alice benim bir öğrencim. Çok güzel ve sakin bir kız. Çince ismi Mengyuan (farkındalık içerisindeki rüya anlamına geliyor). Biz 3 yıl önce tanıştık. O zamanlar ona: “Alice, masalı seven bir kızdır. O yüzden İngilizce isim olarak sana Alice’i öneriyorum” demiştim.

Geçen yıl sömestır tatilinde bir gün Alice bana: “Dün gece uzun bir rüya gördüm ve seninle bunu paylaşmak istiyorum. Bir dakikan var mı?” dedi. Gülümsedim ve evet şeklinde başımı salladım. “Bu rüyayı defalarca gördüm ve daima çok net görüyorum, sanki gerçekmiş gibi. Geçmişte böyle bir şey yaşamamıştım” şeklinde devam etti. Ardından da rüyasını anlatmaya başladı. Bitirmesi yaklaşık 1 saat sürdü. Dinledikten sonra adeta büyülendim ve ondan bu rüyasını ertesi gün tüm sınıf ile paylaşmasını istedim.

Cennetsel Dünya

Bir bulutun üzerinde oturuyordum. Bulut, kadife gibi yumuşacıktı. Sonra beyaz elbiseler içerisindeki bayan öğretmenimizi gördüm, altın renginde kıvırcık saçları vardı ve şu ankinden çok daha güzeldi. Sonra, bize Çince öğreten (aynı zamanda genç bir Dafa uygulayıcısı olan) dil öğretmenimizi de gördüm. Sonra birden şeffaf camdan bir kapı belirdi, üzerinde altın bir düğme vardı. Dil öğretmenimiz o altın düğmeye bastı ve kapı açıldı. İçeride çok sayıda Tanrı vardı; uzun beyaz elbiseler giymişler ve dev lotus çiçeklerinin üzerinde oturuyorlardı. Sonra 3 tane devasa tanrı geldi. İçlerinden biri uzaktaki bir yeri işaret ettiği esnada, gökyüzünde bir merdiven belirdi. O devasa tanrıyı takip ederek merdivenleri tırmanmaya başladık; merdivenin sonuna geldiğimizde bir kapı gördük. Kapının üzerinde altın renginde parıldayan 3 kelime vardı: “Zhen-Shan-Ren” İçeri doğru süzüldük. İçerisi çok büyük ve muhteşemdi. Ona bir cennet diyeceğim. Çok sayıda saray vardı ve her biri Dünya kadar büyüktü. Sarayın tavanını görebiliyordum, fakat ne kadar yükseğe doğru uçarsam uçayım tavana yetişemiyordum. Sarayın sütunlarında tanrısal resimler vardı, muhtemelen bizim için mücevherlerden daha değerli sütunlardı. Cennetin içerisinde yumuşak ve renkli çiçeklere sahip büyük ve muhteşem bahçeler vardı. Orada arılar ve pınarlar bile konuşabiliyorlar. Cennet gözkamaştırıcı idi; orada dünyada olmayan çok güzel bir koku vardı. Bir de ilginç ki, o boyutun içerisinde güneş yoktu; aksine her bir obje ışık yayıyordu. Işık gerçekti fakat gözleri kamaştırmıyordu.

Daha şaşırtıcı olan şey ise, öğretmenimizin tüm öğrencileri –hatta bazı tanımadıklarım da dahil– oradaydı ve hepimiz orada bir aile gibi yaşıyorduk. Hepimiz çok gençtik, genç insanlar gibiydik; herkes çok güzeldi. Ayrıca, karakterlerimiz ve kalplerimiz Zhen-Shan-Ren’e asimile olmuştu. Hepimiz orada barış içerisinde arkadaşça yaşıyorduk.

Tanrılar İçin Olan Testler

Bizler yaklaşık 100 milyon yıldır bu şekilde yaşıyorduk. Derken bir gün, devasa bir tanrı geldi ve seviyelerimizi yükseltmek isteyip istemediğimizi sordu. Hepimiz “evet isteriz” dedik. Devasa büyüklükteki bu tanrı, cam bir kapıdan diğer boyuta geçmemize olanak tanıdı. Yürümeye devam ettik ve büyük karanlık bir mağara gördük. Sonra, bir felaket koptu ve mağaradan bize doğru bir hortum gelmeye başladı. Hemen kaçmaya başladık, fakat mağara bizi takip ediyor, giderek daha fazla yaklaşıyordu. Dil öğretmenimiz yakında bulunan bir ağaçtan büyük bir yaprak kopardı ve mağaraya doğru fırlattı. Kopardığı yaprak yaklaşık bir ev büyüklüğündeydi. Fakat, mağara daha da büyüdü ve kısa bir zaman içerisinde ayaklarımıza kadar yaklaştı. Sonra, bu mağaranın cehennem ile bağlantısı olduğunu anlayınca şaşkınlıktan donakaldık, hatta kılıç dağı, ateş denizi gibi korkutucu manzaralar dahi görebiliyorduk Bu sırada mağazanın kapısında: “Grubunuzun kurtulması için, bir kişinin feda edilmesi gerekiyor” şeklinde bir cümle belirdi. Dil öğretmenimiz, hiç tereddüt etmeden atladı. Biz daha üzülmeye fırsat bulamadan, bir saniye içerisinde mağara ortadan kayboldu. Ve ardından dil öğretmenimiz tekrar önümüzde beliriverdi –daha asil ve daha yakışıklı görünüyordu– elbiseleri bile daha muhteşem bir hale gelmişti. Devasa büyüklükteki o tanrı, tekrar belirdi. Bize bakarak gülümsedi ve “Çok güzel iş çıkardınız ve testi geçtiniz” dedi. Şimdi onun artık bir test olduğunu biliyorduk, o yüzden rahatladık.

Ardından ikinci test geldi. Göksel bir hapishanenin olduğu bir başka yere gittik. Adem ve Havva, hapishanede zorlu bir şekilde çalışıyorlardı. Kapının önünde 2 ağaç vardı. Birisi gümüş rengi, diğeri ise siyahtı. Her iki ağaçta da bakırdan insan heykelleri vardı: iyi insanlar gümüş ağaçta kötü olanlar ise siyah ağaçtalardı. O tanrı bize uzun zamandır orada cezalı bir şekilde bekleyen Adem ile Havva’yı kurtarıp kurtarmak istemediğimizi sordu. Biz de evet kurtarmak istiyoruz dedik. Siyah ağaçtan Mao Zedong’un heykelini almamızı ve onu göksel hapishaneye atmamızı söyledi. Söylediği şeyi yaptık. O anda Adem ile Havva derhal dışarı çıktılar, fakat bu sefer de Mao orada zorlu bir şekilde çalışmaya başladı. Bunun ardından o Tanrı bize siyah ağaçtaki tüm heykelleri almamızı ve göksel hapishaneye atmamızı söyledi. Bu suretle, kötü insanlar cezalandırılacaklardı.

Tanrıların Görevleri

Ardından yeni bir hayata başladık ve herkes mutluydu. Bir gün devasa bir lotus çiçeği üzerinde teste tabi olduk: her kim kalbinde merhametten yoksun ise veya bir kirlilik yüzünden lekelenmiş ise –birazcık bile olsa– çiçeğin üzerinden düşebilecekti; acı çekmek için insan dünyasına düşecekti. Genellikle hiçbirimiz düşmedik –yaramaz bir kız hariç. O düştü ve bizim sınıfımızda bir erkek çocuk olarak reenkarne oldu, fakat hala yaramazdı. Çocuk tehlike içerisinde ve sadece Zhen-Shan-Ren prensiplerini takip ederek geri dönmeyi başarabilir. Ayrıca, İsa’nın reenkarnasyonunu da gördük. O, insan dünyasına, saf olmadığı için değil, sadece bir görevi yerine getirmek için gelmişti. Bir lotus çiçeği üzerinde gelmesinin ardından, devasa büyüklükte şeffaf bir kuvartz ayna gördük. Bu ayna onun tüm hayatını bize gösteriyordu -bir ahırdaki doğumundan, misyoner olarak dolaşmasına ve çarmıha gerilmesine dek tüm hayatını gösteriyordu. Görevini tamamlamasının ardından geri döndü. Bu süreç, insan dünyasında birkaç on yıl olarak görülüyordu, fakat o boyutta ise bize sadece birkaç dakika olarak görünmüştü.

Daha sonra başka bir yere gittik. Orada, çok büyük bir kitap vardı. Kitapta herkesin 3 boyutlu bir heykeli vardı. Kitabın ilk yarısı sıradan insanların kayıtlarını taşıyordu, kimlerin cennete kimlerin ise cehenneme gideceği yazıyordu. Kitabın diğer yarısında ise, eğer kendilerini iyi bir şekilde geliştirirlerse cennete dönecek, eğer iyi gelişim gösteremezlerse dönemeyecek olan biz tanrılar içindi. Çeşitli insanların sahip olduğu görevleri ezberlemeye çalıştım, fakat sadece birkaç tanesini hatırlayabiliyordum. Bazıları insanlara Tanrılara inanmasını söylemek içindi, bazıları sabrı anlatmak içindi, bazıları ise insanlara mutluluk getirmek içindi.

Çeşitli görevlere sahip olan bütün o tanrılar insan dünyasına inmişlerdi. Hafızaları tamamen silinmiş ve sahip oldukları güçler de kaybolmuştu.

Son sene, tekrar bir rüyanın parçası oldum. İlginçtir ki, rüya bitmek üzereyken ve ben yarı uyanık bir durumdayken, birisi sürekli olarak bana: “Lütfen yakında gel, lütfen yakında Cennete gel” diyordu. Ses kaybolmadan önce, birkaç kez sürekli tekrarlandı.

Alice hikayesini bitirdi. Sınıf çok sessizdi. Hiç kimseden çıt çıkmıyordu. O en yaramaz çocuk bile sakindi. Sonra Alice elini kaldırdı. Gözyaşları içerisinde: “Kendimi çok üzgün hissediyorum çünkü şu an Dünya’da yaşayan insanlar birtakım görevlere sahipler ve eğer görevlerini tamamlayamazlar ise geri dönmeyi başaramayacaklar” dedi. Ben de “Bizler, hepimiz, en büyük öneme sahip olan -Falun Dafa İyi; Zhen-Shan-Ren İyi- sözlerini hatırladığımız müddetçe geri döneceğiz” dedim. Her bir öğrencinin gözlerinin içerisine güvenle ve yüksek beklentilerle baktım. Öğrencilerin hepsi çok ciddiydi. O esnada bir çocuk elini kaldırdı ve “Ben gizemli bir şeyler gördüm. Alice rüyasını anlatırken, bahsettiği testi gördüm. Biz o siyah ağaçtan bütün heykelleri topladık ve onların hepsini o Göksel Hapishanenin içerisine fırlattık. Fakat geride bir tane kalmıştı ve o da Jiang Zemin’in heykeliydi. Oradaki tanrıya onun heykelini de alıp atabilir miyim? diye sordum. O da evet yapabilirsin dedi.” Çok çabalamama rağmen, alamadım. “Bunu neden yapamıyorum?” diye sorunca “Zaman henüz bitmedi” diye cevapladı.

Sınıftaki öğrencilerin hiçbiri hikaye karşısında şaşkınlığa uğramamıştı. Hepsi dikkatli bir şekilde dinledi. Sanki tüm sınıf diğer bir boyutta yaşıyormuş gibiydi. Onların kalplerinin çok temiz olduğunu hissederek akıllarında neler olduğunu anlatmalarını istedim. Çocuklardan biri: “Bana, Tanrılar bizim sınıfımıza gelmiş ve bizimle birlikte yaşıyorlar gibi göründü” dedi. Bütün öğrenciler hikayenin gerçek olduğunu düşünüyordu. Genelde yaramazlık yapan çocuk ise “Umarım hepimiz “Zhen-Shan-Ren İyi” sözcüklerini aklımızdan çıkarmayız, böylece hepimiz cennetlere geri dönebiliriz” dedi. Bu cümleler beni çok derinden etkiledi.

Çince metin: http://www.zhengjian.org/zj/articles/2011/3/24/72994.html
İngilizce metin: http://www.pureinsight.org/node/6125

* * *

Facebook Logo LinkedIn Logo Twitter Logo Email Logo Pinterest Logo

Clearharmony'de yayınlanan tüm makaleleri kopyalayabilir ya da çıktı alabilirsiniz, fakat lütfen kaynak belirtiniz.