Benim en iyi kız arkadaşım, kafasında bir sürü sorular bırakan, çok hayati sınavlardan ve mutsuzluklardan geçti. Çoğu insan gibi, sık sık dünyada yaşamasının anlamının ne olduğunu anlamadığı için üzüldüğünü söyleyerek acıyla ahlar çekiyordu.
Hatırladığı kadarıyla onun üç ablası da kendisi ile hiç anlaşamamıştı. Dördü beraber alışverişe gittikleri zaman bile, onu geride bırakarak ve görmemezlikten gelip, üçü kol kola girip yürürlerdi. O, onların arasında -en genciydi ve her zaman ablalarına yakın olmak istiyordu, onları daha da iyi tanımak ve özen göstermek istiyordu ama üç ablası da onunla hiçbir zaman -konuşmak veya bir şeyler paylaşmak istemiyorlardı. O, her zaman neden böyle olduğu hakkında endişeleniyordu.
Dördü de büyüdükten ve evlendikten sonra bile o yine de onları düşünmeye devam etti. Fakat üç ablası da onu yadsıyan hislerini göstermeye devam ediyordu ve onun sadakatine değer vermiyorlardı. Ablalarının bu davranışları yüzünden o iki kere intihara kalkıştı.
Sonradan o ABD’ye taşındı, büyük paralar kazandı, biriktirdiği tüm paraları Çin’deki üç ablasının ticaret işi açabilmeleri için onlara verdi. Kendisinin cebinde elli dolardan az para kaldı, kirasını ödemek için bile parası kalmadı- tek umut yarı maaşlı işiydi.
Sonradan ablalarının üçü de birbiri ardına ABD’ye taşındılar ve hepsi de onunla yaşamaya başladılar. Onların taşınmalarının üzerinden belli bir süre geçtikten sonra her gün ciddi anlaşmazlıklar yaşamaya başladılar. Ablaları için ne kadar iyilik yaparsa yapsın fark etmiyordu, onlar bunu sanki borç olarak görüyorlardı ve ona karşı düşmanca davranmaya devam ediyorlardı. ABD’de yeni hayata alışmalarına yardım etmek için, o bir sürü günlük işle uğraşması ve onlara her yeri gezdirmesi de gerekiyordu. O ablalarını yeni bir ülkeye, Amerika adetlerine ve çalışma şartlarına çabuk alıştırmak için, tüm gücüyle çabalıyordu. Ama onun tüm iyi niyeti ablaları tarafından aşağılanma ve züppelikle karşılanmıştı. Bazen kavgalar o kadar ciddi oluyordu ki, dövüşe kadar büyüyordu. Bir günü o, o kadar sinirlenmişti ki, sinirinden artık hepsini evinden kovdu ve onları kardeşlikten reddetmeye karar verdi, ama sonradan yine de evine geri aldı ve özür diledi. Ve kendisini onlar için her zamanki gibi adamaya devam ediyordu.
O gerçekten artık yorulmuştu, hem fiziksel hem de manevi olarak zayıflamıştı. Bazen Tanrı’ya soruyordu, neden böyle oluyor, diye. O bu şekilde düşünüyordu: “Neden, beni düşmanı gibi gören, üç ablam var? Eğer ben onlara kötü bir şey yaptıysam, bu zamana kadar yaptığım iyiliklerle borcumu çoktan telafi etmiş olmam gerekiyordu!”
Bir gün ben onu evime davet ettim ve onunla karmik dönüşüm konusu hakkında konuşmaya başladık. O dönüşüme ve karma ilişkisine ya da neden ve tahkikata inanıyordu, ama üç ablası ile arasındaki karmik dönüşümü anlamıyordu. Ben ona çok iyi hipnoz yaptığımı ve hipnoz seansı sırasında onun önceki hayatlarına dönüp bakabileceğini, böylece onunla ablaları arasındaki karma dönüşümünü öğrenebileceğini söylediğimde, o çok meraklandı ve hemen hipnoz seansına başlamamı rica etti.
Hipnoz seansı sırasında o antik Çin’deki bir dövüş sanatı okulunun dört öğrencisi arasındaki acımasız savaşı gördü. Dördü de aynı dövüş sanatı okulunun öğrencileriydi. Üç öğrenci dördüncü öğrenciyi takip ediyorlardı. Dördüncü öğrenciyse onların hepsinin arasından en yetenekli ve en tecrübelisiydi. Ama onun, dövüş sanatı okulunun mirascısı olması için hiçbir şansı yoktu, çünkü o en genciydi, o zamanlar da kıdemlik, mirasçıyı belirlemek için en önemli faktördü. Kıskançlık ve onurla dolu olan dördüncü (en genç olan) öğrenci, Ustasına ihanet etti ve o okula karşı olan başka bir dövüş sanatı okuluna gitti. Bu hareket antik Çin’de büyük bir suç sayılıyordu. Dövüş sanatı okuluna ihanet etmenin cezası sadece ölümdü. Sonucunda o üç öğrenci dördüncüyü takip etmeye başladılar. Onlar üç gün ve üç gece durmadan savaşıyorlardı. Dördü de çok yaralanmışlardı. En sonunda dağın tepesindeki Budist tapınağında son ve önemli savaş başladı. Onlar çatıdan yere kadar ve yerden çatıya kadar savaşıyorlardı. Acımasız savaşın arasında çatının çok yerini deldiler. Tapınağın salonunda da savaştılar ve o arada tanrıça Pusa’nın seramik heykelini kırdılar. Ama iki tarafta da hiç kimse birbirini yenemiyordu. Dördüncü öğrenci, bu savaşta diğer üçünün artık onunla sırayla savaşacaklarını biliyordu ve o erken ya da geç gücünü tüketecekti ve onların arasında en iyisi olmasına rağmen onların kılıçları altında ölecekti. Ve o bir plan yaptı: biraz ara vermelerini rica etti ve o arada kılıcına zehir sürdü. Sıradaki savaşta o, diğer üç arkadaşını- öğrenciyi- zehirli kılıcıyla yaraladı ve o şekilde üçünü de öldürdü. Bu şekilde o çok büyük günah işledi ve çok miktarda karmaya sahip oldu.
Aradan yüzlerce sene geçtikten sonra, borcu hala ödenmemişti. Şu anki hayatta, dördünün hepsi de kadın ve kardeş olarak doğdular.
Arkadaşım suç işlediği yüzünden, bu korkunç karmayı aldığını öğrendikten sonra, ablalarının çocukluğundan beri ona karşı neden düşmanca davrandıklarını anladı. Şimdiyse o artık onların yaptıklarına şikâyet etmiyor, onların düşmanca davranışlarına da üzülmüyor. Her şeyi doğal kabul etmeyi öğrendi ve iç dünyasında sakinliğini ve rahatlığını koruyor.
Bu olay sadece karma dönüşümünün değil aynı zamanda da insanların da yeniden doğuşuna mükemmel bir örnektir.
Çince metin: http://www.zhengjian.org/zj/articles/2005/6/6/32631.html
* * *
Clearharmony'de yayınlanan tüm makaleleri kopyalayabilir ya da çıktı alabilirsiniz, fakat lütfen kaynak belirtiniz.