Geçen gün odamın bir köşesinde 2005 yılında 3 uygulayıcı arkadaşımla birlikte katıldığımız Uluslararası Barış Konferansına ait plaketi gördüm. Orada yaşadıklarımız aklıma geldi ve arkadaşlarımla paylaşmak istedim.
Ben Fa’yı 2005 yılında Türkiye’de edindim. Zhuan Falun’un ilk sayfalarını okurken, hayatım boyunca beklediğim şeye en sonunda kavuşmuş olduğumu anlayarak, hemen o anda bir uygulayıcı olmaya karar verdim. Aslında karar vermedim, çünkü bizim yaşama amacımız zaten buydu. Dolayısıyla, aslında ortada karar verecek bir durum yoktu, çünkü bizler sadece Fa’yı bekliyorduk. Hayatın asıl amacı bu değil miydi?
Kitabı birkaç kez okuduktan sonra Shifu’nun konferanslarını okumaya başladım. Anlayışım giderek derinleşti. Fa düzeltmesi dönemi uygulayıcıları olarak, 3 şeyi çok iyi yapmamız gerektiğini daha iyi anladım.
Bir gece, arkadaşımızın evinde toplandık. Henüz çok yeni uygulayıcılar idik. Gerçekleri açıklamak için neler yapabileceğimizi konuşuyorduk. Aramızda televizyoncu bir arkadaşımız da vardı. Bize Türkiye’nin “Kapadokya” bölgesinde 3 gün sürecek olan çok büyük bir Yerel Yönetimler Barış Konferansı düzenleneceğini söyledi. Bu konferansa dünyanın dört bir yanından binlerce belediye başkanı, yerel yönetici, protokol üyeleri katılacaktı. Gazeteciler, BM ve Unesco gibi sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri orada olacaktı. Bu konferans, dünyada bu denli geniş çapta düzenlenen ilk Uluslararası Barış Konferansı idi. Fakat konferans ertesi içinde başlıyordu ve katılmak için gereken başvuru işlemleri de çoktan bitmişti. Fakat biz: “Zulmü anlatmak için mutlaka katılmalıyız.” şeklinde hissediyorduk. Arkadaşlarımızdan birisi: “Biz yine de internetteki başvuru formunu doldurup gidelim, Shifu bize yardım eder.” dedi. Shifu’nun zaten her an yanımızda olduğunu çok iyi bildiğimiz için, çok rahattık. Süresi geçmiş olan başvuru formunu o gece doldurup, ertesi sabah erkenden arabayla konferansın yapılacağı şehre gittik. 3 kişiydik ve aklımızda sadece Çin’deki zulmü anlatmak vardı.
Cebimizde çok az -sadece ihtiyaçlarımıza yetecek kadar- bir para vardı. Kesinlikle otelde kalamazdık çünkü o bölge, çok pahalı olan turistik bir bölge idi. Ayrıca bu büyük konferans yüzünden bütün oteller ağzına kadar dolmuş ve fiyatlar 2–3 katına fırlamıştı. Biz zaten 3 gün boyunca arabada yatmaya karar vermiştik, tek sorun arabamızın çok küçük olması idi. Bir de araba bir türlü gitmiyordu. Arabayı ben kullanıyordum ve gaza ne kadar basarsam basayım 70-80 kilometreyi aşmıyordu. Direksiyon simidi de çok sertti. Araba eski model ve küçük olduğu için böyle olduğunu düşünüyorduk. Fakat bizim acelemiz yoktu. Eninde sonunda oraya varacaktık. Konferansta erkeklerin takım elbise ve kravat takması, bayanların ise şık giyinmesi gerekiyordu. O yüzden, elbiselerimizi arabanın bagajına koymuştuk.
En nihayetinde, saatler süren yolculuktan sonra Kapadokya’ya vardık. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. Önce konferansın yapılacağı bölgeye gittik. Düşündüğümüzden de ciddi bir organizasyon idi. Her yer insan ve güvenlik görevlisi kaynıyordu. Kayıt yapılan kısma gittik. Oradaki görevlilere uzak bir şehirden geldiğimizi, Falun Dafa derneği olduğumuzu ve çok önemli bir konu için orada olduğumuzu söyledik. Bize yardım etmelerini rica ettik, fakat görevliler bunun mümkün olmadığını ve başvuru süresinin 1 hafta önce bittiğini, yapabilecekleri bir şey olmadığını söylediler. Arkadaşım ısrar ediyor, bizim için çok önemli olduğunu, mutlaka katılmamız gerektiğini söylüyordu. O sırada uzaktan bize bakan genç bir görevli yanımıza gelerek kimliklerimizi istedi. Kimliklerimizi ona verdik ve bu genç adam kısa bir süre sonra yanımıza gelerek, bizim için giriş kartları hazırladığını ve artık içeri girebileceğimizi söyledi. Biz de Shifu’ya teşekkür ederek kartlarımızı aldık.
Tamamen plansız gitmiş olduğumuz için, elbiselerimizi değiştirmemiz gereken bir yer bulmamız gerekiyordu. Bir kafenin veya pansiyonun tuvaletinde üstümüzü değiştiririz diye düşünüyorduk. Arabaya bindik, etrafta dolanırken oldukça lüks ve pahalı bir butik otelin önünde durduk. Arkadaşım: “Bu otelin sahibi benim eniştemin arkadaşı galiba. Daha önceden bu otelden bahsetmişlerdi. Girip içeri konuşalım. Elbiselerimizi değiştirir ve biraz da dinleniriz.” dedi. İçeri girdik. Otelin müdiresi hemen yanımıza geldi ve biz de ona Falun Dafa Derneği olarak barış konferansına katılmaya geldiğimizi söyledik. Bir an önce konferansa gitmemiz gerektiğini ve tuvalette elbiselerimizi değiştirip değiştiremeyeceğimizi sorduk. O da: “Tabi ki değiştirebilirsiniz. Ama durun acele etmeyin. Önce size bir kahve ikram edelim ve bize Falun Dafa’nun ne olduğunu anlatın lütfen” dedi.
Bunun üzerine biz de ona Falun Dafa’yı anlattık. Zulmü ve işkenceleri anlattık. Otelin müdiresi bize: “Keşke bizim de bir katkımız olabilse. Ama maalesef şu an 18 odalarımızın tamamı rezervasyonlu.” dedi. Biz de gayet dürüst bir biçimde zaten bizim orada kalabilecek kadar paramız olmadığını söyledik ve kendisine iyi niyetleri için teşekkür ettik. Tabi ki ona arabada uyuyacağımızı söylemedik. O sırada otel çalışanlarından birisi bu müdire hanımı çağırdı. Müdire hanım bizden izin isteyerek yanımızdan ayrıldı fakat 5 dakika sonra tekrar yanımıza gelerek: “Sanırım artık sizi misafir edebileceğiz, çünkü az önce bütün odalarımızın rezervasyonları iptal edildi. İstediğiniz odayı seçebilir ve dilediğiniz kadar kalabilirsiniz. Sizi misafir etmekten memnuniyet duyacağız.” dedi. Biz tekrar Shifu’ya teşekkür ederek, eşyalarımızı odalarımıza bıraktık ve konferansa katılmaya gittik.
Katıldığımız oturumlar çok ciddiydi. Yapılan konuşmalar eş zamanlı olarak 8 ayrı dile çevriliyordu. Filistin’den gelmiş olan savaş mağduru insanlar vardı. Afrika’dan, Japonya’ya kadar dünyanın her bölgesinden insanlar vardı. Bazıları geleneksel kıyafetler ile katılmıştı. Biz de söz hakkı istedik ve Çin’deki Falun Dafa uygulayıcılarının durumunu ve uğradıkları zulmü anlattık.
Akşam tüm katılımcıların iştirak ettiği çok büyük bir yemek organizasyonu vardı. Shifu her konuda o kadar yardım ediyordu ki, bir türlü para harcayamıyorduk. Bütün paramız hala olduğu gibi cebimizde duruyordu. Bizim açımızdan tek sorun arabamızın doğru düzgün gitmemesi idi. Akşam 19:00 gibi yemeğin düzenleneceği bölgeye doğru giderken, arabamız o kadar yavaş gidiyordu ki, valinin arabası ve ona eşlik eden eskortlar arkamızda uzun bir kuyruk oluşturmuştu. Polis bizi azarlayarak yolun kenarına geçmemizi söylemişti. Daha sonradan kendi aramızda konuşurken, o ana çok gülmüştük.
Yemek organizasyonuna en son katılanlar bizdik. Herkes çok önceden gelmiş ve masalarına kurulmuştu. Bize hiç masa kalmamıştı. Tabi ki bizim amacımız yemek değil, gerçekleri açıklamak idi. Oradan geçen bir görevliyi durdurarak katılımcı kartlarımızı gösterdik ve bize masa bulmasını söyledik. O da bize: Üzgünüm ama hiç masa kalmadı. Oturabileceğiniz sadece tek bir masa var, o da gazetecilerin ve medya çalışanlarının masası” dedi. Biz yine Shifu’ya teşekkür ederek, zaten aradığımız insanların masasına kendiliğinden ulaşmış olduk. Onlara Falun Gong zulmü ile ilgili dosyalar verdik ve yapılan işkenceleri uzun uzun anlattık. Her şey kendiliğinden gelişiyordu. Biz sadece yapmamız gerekeni yapıyor ve sadece gitmemiz gereken yere gidiyorduk. O gazetecilerin bazıları bizlere ileriki dönemlerde çok yardımcı oldu.
Otele geri döndüğümüzde, otelin sahibi ve çalışanları Falun Dafa egzersizlerini merak ettiklerini söylediler. Bize karşı çok sıcak davranıyorlardı. Bize yardımcı olmuş ve 2 oda tahsis etmişlerdi, o yüzden de onlardan ekstra bir şey istememeye özellikle dikkat ediyorduk fakat onlar bizim için hep bir şeyler yapmak istiyorlardı. Bize ikramlarda bulunuyorlardı. Bizi uzun zamandır tanıyorlarmış gibi davranıyorlardı. Ayrıca otele Katarlı müşteriler de gelmişti. Hepsine egzersizleri öğrettik ve bütün gece Falun Dafa hakkında konuştuk.
Geri dönme vaktimiz geldiğinde, cebimizde kalan paranın büyük kısmını otele verdik. Bizden kesinlikle para almak istemiyorlardı ve bize destek olmak istediklerini söylüyorlardı. Fakat biz yine de onlara paramızın büyük bir kısmını verdik ve teşekkür ederek oradan ayrıldık.
Geri dönüş yolunda arabamız yine gitmiyordu. Dağlık bir bölgeden geçiyorduk ki, aniden sağanak bir yağmur başladı. Fakat biz yavaş bir biçimde de olsa kendi şehrimize geri dönmeyi başardık.
Ertesi gün arkadaşım arabayı tamirciye götürmüş. Arabada bir sorun olduğunu, gitmediğini söylemiş. Tamirci arabayı kontrol ettikten sonra: “Siz delirdiniz mi? Bu arabanın frenleri, vitesi, gaz pedalı ve direksiyonu tamamen bozuk. Dağlardan aşağı uçmadığınız için çok şanslısınız! Buna nasıl cesaret edebildiniz?” demiş. Bunun üzerine arabayı tamir ettirdik ve yüklü bir tamirat parası ödeyerek, borçlarımızdan birazcık daha kurtulduk.
* * *
Clearharmony'de yayınlanan tüm makaleleri kopyalayabilir ya da çıktı alabilirsiniz, fakat lütfen kaynak belirtiniz.